Rate this posting:
Geçtiğimiz Nisan ayında, Ian Kershaw’ın tuğla değil kütük kalınlığındaki Hitler biyografisini (Penguin, 2002 ve 2009) okudum. İzlenimlerimi birine mektup olarak yazmışım.
İstersen on tane kitap oku, Hitler muammasını tam olarak bir yere oturtamıyorsun. Bu denli cahil, seviyesiz bir şarlatan koca Alman milletini nasıl peşinden sürükledi? Sürüklemekle kalmadı, tarihte çok az lidere nasip olan bir ölçüde hükmü altına aldı. Bir toplumu yola sürmek zor, ama yoldan çıkarmak daha zor. Kershaw’ın kitabı bu iç karartıcı adamın öyküsünü ay ay, hafta hafta izliyor. Gene de geriye kavraması güç bir tortu kalıyor. Olmaması lazım, nasıl oldu?
Hayatta tek kozu hitabet yeteneği. Kalabalığı hipnotize etmeyi biliyor. Kalabalıkla adeta bir şehvet ilişkisi kuruyor. Neye dokunsa ses getireceğini, nereyi okşasa orgazm haykırışları duyacağını iyi hissediyor. Kalabalığa nefret sunuyor; karşılığında aşk alıyor. O aşk uğruna söylemeyeceği yalan, kırmayacağı kural, harcamayacağı kişi yok. “ Seni yıldızlara taşıyacağım” diyor; “aramıza giren herkes düşmandır, kahret onu” diyor. Cinayetse cinayet, acıysa acı, yeter ki sevişmemize halel gelmesin. 1919’da Münih’te birahane köşelerinde, kafeterya masalarında konuşmaya başlıyor; iki üç yılda yüz binlere, 1929 ekonomik krizinden sonra milyonlara ulaşıyor.
Önce Bolşevik tehdidiyle başlıyor - 1919’da son derece gerçek ve güncel bir kaygı. Sonra, hedef ne kadar muğlak ve gerçekdışı olursa nefretin o denli etkili olduğunu fark ediyor, Yahudileri hedef alıyor. Sonra 1. Dünya Savaşının galip devletlerini, Sovyetler Birliğini, tüm dünyayı düşman ilan ediyor. Yüce Alman milletinin her köşesine sızmış, her tersanesine girmiş hainlere savaş açıyor. Katolik kilisesi düşman, Protestan kilisesi düşman. Eski düzenin seçkinleri düşman. Kendi partisinin radikalleri düşman. Kendi partisinin ılımlıları düşman. Röhm düşman. Generaller düşman. Sonunda Göring ile Himmler bile düşman. İleri gitmezse geriye düşeceğini, geriye düşerse kurtuluşu olmadığını biliyor. Orgazm fırtınasına kapılmış kalabalıklar önce onu paralar.
O yüzden, her şeyi göze almış çılgın bir kumarbaz gibi, potu devamlı artırmak zorunda. Bir yerde batacağını herkes görüyor; belki kendi de görüyor. Basit ihtimal hesabı onu gösteriyor. Ama Stalingrad’a kadar, yıllar boyu üstüste düşeş atınca bütün dünya hipnotize olmuş bir şaşkınlığa düşüyor. Tanrının seçkin kulu olduğuna inanmaya başlıyor. Doğa yasalarını lağv edebileceğine inanıyor. Rusya seferi gibi bir çılgınlığın tek mantıkî açıklaması bu. Aslında ondan öncekiler de kumar. 1933’ten, hatta 1923 darbe girişiminden itibaren attığı her adım kumar. Ama bir şekilde, Rusya cephesinde duvara toslayıncaya dek, talih ve blöf gücüyle oyunu götürmeyi başarıyor. Klasik süreç: hubris ve nemesis.
Elbette tek faktör Hitler’in kendisi değil. Alman milleti de Hitler’e hazır. Korkunç bir savaşta yenilmişler. Üstüste iki ekonomik yıkım yaşamışlar. Nihayet, bunu da gözardı etmemeli, gerçek ve korkunç bir Bolşevik ihtilal tehlikesi ile yüz yüze gelmişler. Siyasi sistem, zavallı çekişmeler içinde kendini tüketmiş. Millet kurtarıcı aramış. Kanmak istemiş. Bağrını açmış.
Çaresiz insanın gücünü asla küçümsememek lazım.
7 yorum:
Ayrıca o zaman Hitlerin Alman Askerlerine motivasyon için, propagandasını yaptığı, Rusların moğol karışımı oldukları, o nedenle alt-insan oldukları söylemi, halen günümüzde Avrupa’daki takipçilerinin, doğudakilere karşı, kullandıkları bir numaralı referans söylemlerden birisi.
Tabi o dönem alt-insan dedikleri Rusların ürettikleri T-34 isimli bir Tank var ki; o dönemin teknolojisine göre en ileri savaş makinası. Zaten Operation Barbarossa’da da Almanları en çok şok eden şeylerden birisi o olmuş. Çünkü T-34’leri ilk defa o zaman, alana sürmüşler. Fakat Stalin’in aptallığı, tecrübeli, bilgili komutanları ortadan kaldırması nedeniyle, bu tanklardan yeterince faydalanamamışlar.
Hitler'in Almanya'nın nasıl başına geçtiğine gelince,
Adolf Hitler, 1932 sonundaki Almanya genel seçimlerinden hemen önce Alman vatandaşlığını alıyor. Düşün yani adam 12 senedir profesyonel politikacı ve partinin lideri fakat son dakikada Alman vatandaşı oluyor.
Hitler Almanya şansölyesi olmadan birkaç yıl evvel Papalık sefiri Vatikan'a mektup yazıyor ve kısaca diyor ki: " Alman halkı eğitimlidir, böyle bir demagogu bizim Mussolini gibi başa getirmezler".
pek doğru olmaz ama işin felsefi-teolojik yönü gölgede kalmasın istedim. İngiltere'deki gibi duyumcu, deneyselci bir kültür içinde Alman İdealizminin soyut ve imajinatif kavramları pek kabule mazhar olmuyor. O nedenle de soyut putlar oluşmuyor. Ama Almanya'da bu kadar soyut put havada uçuşurken insanların bir gün gelip topyekun bunlara köle olacakları en azından ihtimal dahilindedir. Bu mesele üzerine daha detaylı ve karşılaştırmalı bir yorumu için The Theological Origins of Liberalism adlı kitabım hizmetinizdedir.